Ebru Ertaş
Dürüst olmak gerekirse, ne olduğunu tam olarak anlamadan kendimi Dikh Ha Ne Bister’e katılırken bulmuştum. Günün birinde Polonya’da Holokost anmasına katılacağım, Roman soykırımı hakkında bir programın parçası olacağım hiç aklıma gelmemişti
Biraz gecikmeli olarak Krakow’a vardım ve geldiğim gibi kendimi Auschwitz-Birkenau ölüm kampına yapılan gezide buldum.
Size bir sır vereyi mi? Soykırımla ilgili olarak dergiler, kitaplarda okuduklarınız, filmlerde gördükleriniz aslında hiçbir şeyi tam olarak yansıtmıyor. Kampı gezerken, gördüklerimle daha önce okuduğum ya da izlediklerimi bağdaştırmaya çalıştım.
Bir kaç gün sonra, 2 Ağustos Roman Soykırımı Anma Günü’nde tekrar Auschwitz-Birkenau’daydık. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki, inanamadım. Daha önce hiç bu kadar kalabalık bir etkinliğe katılmamıştım.
Kampı ilk ziyaretimizde, mahkumların kaldığı barakalara girmemiştik. Oradaki insanlıkdışı koşulları rehberlerimizden dinlemiş, müzedeki fotoğraflarda görmüştük. Aslında barakaların içine girmek istemiyordum, ancak benim görmeye çekindiğim şeyleri yüzbinlerce insan yaşamıştı. Gitmem, görmem, öğrenmem lazımdı. Kendimi öyle motive ettim.
Anma töreni başladığında, Soykırımdan kurtulanlar karşımda duruyordu. İşte, sahnede yaşlı bir kadın bana çocukluğunu anlatıyordu. Çocukluk dediğim, farklı bir çocukluk tabii, onun çocukluğu çoğumuzunkinden bambaşkaydı. Arada duraklıyor, nefes alıyor, yavaş yavaş şahit olduklarını anlatıyordu. “Ben çocukken insan derisinin yanabileceğini bilmezdim. Aslında yanmanın da ne olduğunu bilmiyordum”. Bu cümleler beni serseme çevirmişti.
Bu benim ilk yurt dışı deneyimim değildi, ancak diğerlerinden çok başkaydı. Bu; ruhumun derinliklerine kadar işleyen, hani burnumun direği sızladı derler ya, işte tam olarak bu duyguyu bana yaşatan bir deneyimdi.
Dikh Ha Ne Bister’in ve Roman Soykırımı Anma Programı’na her Roman gencinin gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Orada, yüzeysel olarak bildiğiniz kimliğinizi keşfedeceksiniz. O kadar farklı ülkeden, farklı dilleri konuşan, farkli inançlara sahip ama Roman olmak ortak paydasında buluşan gençlerle beraber olmak, aynı şeyleri hissetmek, bu tecrübeyi yaşamak her Roman gencin hakkı olmalı. Bu programa katılmamıza vesile olan Roman Medya’ya ve Sivil Düşün programına çok teşekkür ederim kendi adıma.
Ben Romanım, ancak ırk ayrımçılığına inanmıyorum. Bugüne kadar herkesin iki eli, kolu, gözü var nihayetinde diyerek kenara çekildim. Eminim ırkçılığa maruz kalan birçok etnik grup benim gibi düşünüyor olabilir. Ama bu geziden sonra düşüncelerim değişti, artık öylece kenara çekilemem. Ahlaki değere sahip, zihni açık, yüreğinde sevgi taşıyan insanlar, ırk ayrımcılığına inanmaz, ayrımcılık yapılmaması gerektiğinin de bilincindedir. Ancak ayrımcılığın olmadığı bir dünyayı gönülden dilemek, ayrımcılığın yapılmasına engel olmuyor
Bu gezi sırasında, kendimi o kadar çok eleştirdim ki. Bizim en büyük sorunlarımızdan biri, belki de en büyüğü, kimlik farkındalığından yoksun olmamız. Şunu sordum kendime: benim önemsemediğim, inanmıyorum diyerek görmezden geldığim kimlik ayrımcılığı yüzünden insanlar katledilmiş, sırf Roman oldukları için acımasızca öldürülmüş. Bu nasıl bir nefrettir ki, insanlara böyle bir zulmü yaptırabilmiş.
Ben ırk ayrımcılığına karşıyım, bütün insanların kardeş olduğuna inanırım, tüm insanlara sevgiyle kucak açarım. Ama farkında olmam gereken bir şey var: Dünyada; ırk ayrımcılığı diye kocaman bir problem var. Devasa önyargılar var. Ben de bu problemi geçmişte yaşadım ve hala daha yasıyorum. Önce kendi kimliğimin farkına varmam lazım. Öncelikle ben bir Romanım, bizim ayrıca bir bayrağımız, bir marşımız, kendi içimizde gelenek ve göreneklerimiz var. Irk ayrımcılığıyla mücadele, kendi kimliğini görmezden gelerek, yok sayarak olmuyor. Kaçarak hiçbirşeyi değiştiremeyiz ve ayrıca bu, geçmişte yaşanan herşeye saygısızlık yapmak olur.
Buradan bütün Roman gençlere mesajım şudur: Kimliğini severek, kabul ederek, sahip çıkarak, insanların eşit olduğunu savun. Onlara farklılıklarınızla eşit olduğunuzu göster. Opre Roma!