Elmas Köçkün
4 Ağustos 2019, Krakow, Polonya
Dikh He Na Bister benim ilk yurtdışı deneyimimdi. Yorucu bir yolculuk sonrası, dünyanın dört bir yanından gelen Romanlarla aynı kaygılarla bir araya gelmiştik. Bizi orada buluşturan şey aslında ‘ortak acımızdı’. Ortak dilimiz acımızdı; dünyanın farklı yerlerinde kültürümüzle var olmaya çalışıyorduk, çok farklı yerlerde yaşamamıza rağmen yaşam koşullarımız, kaygılarımız aynıydı.
Var olmaya çalışıyorduk; bizi yok etmeye çalışanlara inat biz vardık, var olmaya da devam edeceğiz diyorduk. Nasıl yaşamaya çalıştığımızı birbirimize anlatıyor ve sorunlarımızla nasıl başa çıkmamız gerekiyor bunu tartışıyorduk. Bambaşka bir deneyimdi bu bizim için. Farklı ülkelerden gelen, çok farklı dilleri konuşan Romanlardık. Çok farklı dillerde “biz Romanız, bizim kültürümüz var, bizim benliğimiz var. Bunu korumalıyız” diyorduk.
Auschwitz-Birkenau’yu, bu ölüm kampını, zulüm kampını, deney kampını ziyaret ettiğimizde çok çeşitli duyguları aynı anda yaşadık. Acılarımızın fotoğrafları ile yüzleştiğimizde, kimimiz ağlıyordu, kimimiz şaşkındı, kimimizin gördüklerini aklı almıyordu, ama hepimiz öfkeliydik. İnsan nasıl bu kadar kötü olabilir?
İnsanların adeta ham madde olarak kullanıldığı fabrikaları görüyordu gözlerimiz. Kampta denek olarak kullanılanlar bizdik, bizim gibilerdi. Görüyordum, dinliyordum ama yine de anlayamıyordum, idrak edemiyordum. Empati kurmaya dayanamıyordu hayal gücüm; hayalimde bile o canavarları canlandıramıyor,o hayalden bir an önce kurtulmak istiyordum.Çok öfkeliydim, “neden” dedim hep, “neden”?
Zihnimde canlandırmaya çalıştığım bu tarih beni yerle bir ediyordu, başımdaki ağrı ve bedenimdeki ağırlık bu kötülüğe böyle tepki veriyordu. O kadar ağır bir duyguydu ki, bu duyguları belki de o aynı şeyleri hisseden grup arkadaşlarıma dahi anlatamıyordum. Ne o an cümlelerimiz yetiyordu, ne de şimdi kalemimiz yetecek orada ki acıyı anlatmaya…
Yaşanmıştı…
Auschwitz’ten döndüğümüzde, bir daha böyle bir insanlık suçunun yaşanmaması için neler yapabileceğimizi düşünmeye ve konuşmaya başladık. Avrupa’nın dört bir yanından gelen Romanlar olarak dedik ki: “Biz Romanlar bu dünyanın melodisiyiz, gökkuşağıyız. Bizler kültürümüzle, özgürlüğümüzle, sanatımızla varız ve de var olmaya devam edeceğiz.”
Bir daha asla…