Eren C. Çekiç
Zweig Avrupa’ya veda ederken “Çoktan unutulup gömüldü sanılanın, eski biçimi ve görüntüsüyle karşımıza çıkması kadar ürkütücü şey yoktur hayatta.” demişti. Dil değişmiyor, fikirler değişmiyor ve yarınlar sanki yüzyıl önceki acıların tekrarına gebe bir şekilde bizleri bekliyor.
Fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmak ön koşul sayılsa bile bundan imtina eden insanlar görmek günümüz şartlarında çok şaşırtıcı değildir. İnsanların genelde bilgi sahibi oldukları birçok konu ise kendi seçimlerinin yansımasıdır. Elbette kişinin fikri onun sahip olduğu bilgilerin bütünsel şeklini ifade etmeyebilir ama fikrin yetersiz bilgi üzerine kurulmuş olması net görünüyorsa, işte o zaman yorumdan kaçınmamak gerekir. Hangi cümlelerin nefret söylemi olup olmadığına karar verememe durumu, son zamanlarda sürekli bir vitrinde olma halinin kazandırdığı muzdarip bir hastalığa dönüşmeye başladı. Nasıl mı? Kişi nefret söylemleri ile mücadeleyi gördüğünde, karşı görüşü bastırabilmek adına bilgisizce ortaya atılan fikrin iktidarını ve otoritesini kullanmaya başlıyor. Peki fikrin iktidarı ve otoritesi nasıl mı oluşuyor? Toplumda yaygın bir görüş varsa belli bir süre sonra bu durum otoriter bir duruma dönüşüyor, mesela Serkan İnci’nin de paylaştığı gibi “Çingeneler dilencidir” örneğinde net görebiliyoruz. Romanların yardım taleplerinden farklı olarak belli yaşam formlarını yaşadığını görse bile fikrin otoritesi bu yaşam formlarını yansıtmaya izin vermiyor. Dünyanın en büyük eşitsizliği bu değilse nedir?
Evet insanların kendi deneyimleri, kendi süzgeçleri ve algılama düzeyleri mevcut ama bunlardan yola çıkarak bir fikir ortaya sürmek, ayrımcı bir söyleme ve nefrete de hizmet etmemelidir. Buna dönüşüyorsa, en azından kişi her konuda konuşma yetkinliğini bir süreliğine kenara bırakmalıdır. Yoksulluğa dair bilgilerini yetersiz etkinlikler ile besleyen kişi, klişeleşmiş ve egemen düşünce biçimine dönüşen lakırdılarını sadece ve sadece vitrinde gözükme durumundan sebep topluma dayatmamalıdır.
Geçtiğimiz haftalarda İnci Sözlük kurucusu Serkan İnci, Amerika’da seyir halindeyken yardım talep eden üç kişilik bir aile için “Romanyalı Çingene dostlarımız Amerika’ya kadar gelip dilenciliğe başlamış. Ne azim be kardeşim!” yazısını ekleyerek, sosyal medyada lüks aracının içinden bir fotograf paylaştı. Romanların sadece Romanya’da yaşadığını düşünen bilgi eksikliği ile bu toplumun sadece dilencilik yapabildiğini beyninde kodlamış bu zihin, söylediği sözcüğün ne kadar genele hitap ettiğinin farkında da değil. Aynı kişi zamanında Amerika’da gerçekleşen George Floyd olayı için ne kadar üzüldüğünü de dile getiriyordu. Bu da vitrinde olmanın verdiği o muzdarip hastalığın neden olduğu iki yüzlülük olarak vücut buluyor.
Bu söylemler ayrımcı ve nefret kusan dile nasıl hizmet eder şeklini ise takipçi kitlesinin bu tweet altında Romanların genetik kodlarına kadar yaptıkları yorumlardan anlayabiliyoruz. Hatta kimisi haddini aşıp, “Voyvoda devrinden beri iflah olmadı bunlar” diyebiliyor. Bir diğer yaratıcı zihin olduğunu düşünen kişi ise “Bunlar SpaceX kaçak girip, uzayda bile dilenirler” diyor. Yorumları gördükten sonra bir çukurun içinde olduğumu anlamam uzun sürmedi ve bana kalırsa hepimiz aynı çukurdayız. Bana bir zamanlar okuduğum, Hitler zamanında aralarında Romanların da bulunduğu insanlara yapılan katliamlardan ve işkencelerden önceki mevcut toplumsal düzeni anımsattı. Bir toplumun genetik kodlarının konuşulduğu bir yerin bir süre sonra hamile Roman kadınlara zorla kürtaj yaptırılan o zamanlara dönüşmesine benziyor. Zweig, Avrupa’ya vedasında “Çoktan unutulup gömüldü sanılanın, eski biçimi ve görüntüsüyle karşımıza çıkması kadar ürkütücü şey yoktur hayatta.” demişti. Dil değişmiyor, fikirler değişmiyor ve yarınlar sanki yüzyıl önceki acıların tekrarına gebe bir şekilde bizleri bekliyor. Bir ayrımcılık ve nefret söylemi ile ilgili haberin daha sonuna gelirken, yüzyıl öncesinden seslenen Goethe’den bir alıntı ile bitireyim;
“Sessiz sakin büyürken,
Birden attılar bizi dünyanın ortasına,
Ve çarpıyor bize yüz binlerce dalga.
Her şey bizi kışkırtıyor, bazıları hoşumuza gidiyor,
Bazıları canımızı sıkıyor ve zaman zaman
Bir huzursuzluk duygusu dalgalanıyor,
Hissediyoruz ve hissettiklerimiz
Renkli dünyaya karşı hissettiklerimizi götürüyor.” (Goethe)
Birileri yüzyıl öncesinden gerçekleri söylüyor, birileri insan hakları adına yüzyıl sonra gerçekler için mücadele veriyor ama birileri için algı o kadar kapanmış ki gerçek de bir o kadar afallar durumda kalmış. Büyük resmi görmek şu zamanlarda çok meşhur oldu. Bu tweet belki de onlarca insan tarafından görüntülendi, onlarcası içinden ayıpladı ya da onlarcası bu fikri destekledi. Meğer varlığın da donma noktası varmış, kayıtsız kalmak! Aynı kayıtsızlık artık okunup geçilen şeye kitap, dinleyip anlayamadığı şeye şarkı, yaşayıp çözemediği şeye de hayat diyor. Biliyoruz ki nefret söylemi olan bu tarz yakıştırmaların sonu gelmeyecek, bundan eminiz. Daha dün Erman Toroğlu, Eren Erdem ve bugün Serkan İnci, ama yarın kimin olacağının da hiçbir önemi yok. Yarın için tek önemli şey ırkçılıkla, ayrımcılıkla ve nefret söylemlerine karşı verilen soluksuz mücadeledir!